28 Şubat 2016 Pazar

Başarıda 3K Kriteri

Mümin Sekman, insanı başarılı olmaya azmettiren ünlülerin hayat hikayelerini anlatmaya devam ediyor. Başarıyı şekillendirenin ‘karakter, koşullar ve kariyer hedefleri’ olduğunu söylüyor
Yıldızını parlak tut Kimler geldi, kimler geçti, ‘başarı starı’ değişmedi!Babam, “El alemi bize güldürme oğlum!” derdi.Diploma değil dinamizm“Gezen tavşan, yatan aslandan kısmetlidir”Önündeki maçlara bak“Her şey bir fareyle başladı!”Ait olduğu Yeri bul Ya tozu dumana katarsın ya da tozu dumanı yutarsın!Yapmak için  doğduğun işi yap “Otlar büyür, kuşlar uçar, dalgalar kumları yalar. Ben de insanları döverim!”
Kendi kendine yetebilmek. Kendi ayakları üzerinde durabilmek. Birçok insanın, kendinden ve çocuklarından temel beklentisi budur. Kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmek, başarılı bir hayatın asgari standardıdır. Birçoğumuz başarılı olmak isteriz. Bu amaçla başarı yoluna gireriz. Kimi karşılaştığı ilk engelde, yılgınlığa düşer, o engel olmasaydı, nasıl da başarılı olacağını anlatıp durur. Oysa yolda engel yoksa, o yolun sonunda başarı da yoktur. Eğer engel olmazsa, o yolun sonuna kadar herkes gidebilir ve o sona ulaşmış olmak başarı değeri taşımaz.
Haklı olmak kazandırmaz!
Engellerden yakınanlar, haklı ve mantıklı olabilir ama kazanan olamaz! Başaranlar, engeller karşısında söylenenler değil, engellere rağmen sonuca gidenlerdir. Nietzsche’nin “Beni öldürmeyen darbe, beni güçlendirir” sözü onların mottosudur.
Başarıyı şekillendiren 3K vardır. Kişinin taşıdığı ‘Karakter’, içinde bulunduğu ‘Koşullar’ ve ‘Kariyer hedefleri’. Eğer kişinin, büyük bir kariyer hedefi varsa, önündeki koşulların zorluğu gözünde küçülmeye başlar. Hedefler küçüldükçe, koşullar kişinin gözünde büyür.
Kendini veya hedefini büyüterek, önündeki zorlukları aşanların hikayeleri, insanlığın iftihar tablosudur. Çünkü asıl önemli olanın önümüzdeki değil, içimizdeki şartlar olduğunu  gösterirler.

Mümin Sekman

AJDA PEKKAN
Ses Dergisi’nin düzenlediği kapak yıldızı yarışmasına birinci oldu. Elliye yakın film çekse de sinemada istediği etkiyi yapamadı. Avrupalı görünümü sinemada önünü açmadı. Bir süre sonra tamamen müziğe yoğunlaşan Pekkan, 1977’de çıkardığı Süperstar albümüyle kendini ait olduğu yere konumlandırdı. O sadece şarkılarıyla değil, kimliğiyle de bir değer. Türkiye’nin modern yüzünü temsil eden bir kültür ikonu. Kendini yeniden yaratan insan örneği. Değişmezlerini koruyup, kendini değiştirerek hem kimlik sahibi oldu hem de algısını canlı tuttu. Pekkan, güzel bir kadından çok daha fazlasıdır. Onun başarısından çıkan dersler şunlar: Hedefini ne kadar erken netleştirirsen o kadar yol alırsın. Herkesin kariyerinde bir kez ray değiştirme hakkı vardır. Güzelliğini çalışma disipliniyle birleştirebilen, insanların estetik zevkine ve kulağına hitap eden kişi, onların kalbinde metrekaresi geniş bir yer sahibi olur.

CEM YILMAZ
Bir işte en iyi ol
Kendi halinde bir ailenin çocuğuydu. Mahalle günlerini, Boğaziçi Üniversitesi yılları izledi. Bu karşıtlık sayesinde kendi ülkesini hem içeriden hem dışarıdan gözlemleyip, Turist Ömer Zekası (TÖZ) edindi. Elalemi kendisine güldürerek başardı! Taksim’in arka sokaklarında, Türkiye için yeni bir iş olan ‘stand-up’ gösteriye başladı. Türkler’e Türkler’i anlatıyordu. Reklam ve PR’la değil, tavsiye zinciriyle, insanlar kuyruk oldu. Sırrı, gelenlere bekledik-lerinden fazlasını verebilmesiydi. Kariyeri için gereken ‘çekirdek beceri’si, insanları güldürme yeteneğiydi. Onu zirveye çıkaran, ‘beklenenden fazlasını’ vermesi idi, zirveden indirecek olan da ‘bekleneni vereme-meye başlaması’ olacak. Başarı anayasasının, birinci maddesidir: İnsanlar nasıl yükselirse, öyle düşer. Cem Yılmaz’ın kariyeri, minimalist tasarıma dayanan, yetenek yoğun başarı örneği. O bir yeteneğe sahip olmakla yetinmeyip, yeteneğini iyi yönetmeyi de bilenlerden. Gücü gibi, sınırlarını da iyi biliyor. Mesela TV’de program yapmıyor. Ne çok fazla ne çok az üretiyor. Sonuçta, Cem Yılmaz gibiler ağaçta yetişmiyor! Onun başarısından çıkarılması gereken ders şu: Ürettiğiniz şeyi tüketenlere, arkadaşlarına anlat-maya değer bulacakları şaşırtıcı ve olumlu bir şey yaşatırsanız, hızla büyür-sünüz. Atasözüyle söylersek, “Bal gibi pekmezin olsun, Antalya’dan sinek gelir!”

AHMET NAZİF ZORLU
 1944’te Denizli’de doğdu. İlkokul diplomasıyla hayat okuluna atıldı. Hem evdeki dokuma tezgahında, hem babasının dükkanında çalışmaya başladı. ‘Zorlu’ bir başarı süreci başlıyordu. “Gezen kurt aç kalmazmış” atasözünü hayat felsefesi yaptı. Okul hayatından uzak dursa da, hayat okulunda ev ödevine çok iyi çalıştı. Atak ve cesur yatırımlarla hızla yükseldi. Yıllar içinde Türkiye’nin en büyük 10 işadamı arasına girdi.  Onun kariyeri, başarı-nın diplomayla değil, donanımla geldiğini insanlara gösterdi.

WALT DISNEY
Yoksul bir ailenin çocuğuydu. Okula gidemiyor, gazete dağıtarak karnını doyuruyordu. Bir gün bir resim kursu ilanı gördü. Çizime yeteneği vardı, kaydoldu. Arkadaşıyla çizgi film yapmak için şirket kurdu ama kısa sürede iflas ettiler. ‘Büyük denize’ açılmak için Holly-wood’a taşınıp, yeniden   şirket kurdular, yeniden iflas ettiler. Başkaları-nın yanında çalışmak istedi ama çizimini beğenmeyip iş vermediler. Bu arada babası vefat etti. 30’unda ve işsiz halde, annesinin yanına döndü. Zorluklar onu yere sermişti ama sırtını yere getirememişti. Sil baştan, yeni bir hayat kurmaya karar verdi. Bahçedeki ambarı stüdyo yaptı, hırsla çalışmaya başladı. Bir gün ortalıkta gezinen bir fare gördü. Fareye yem verip, onu kendine alıştırdı. Hareketlerini yakından inceleyip çizimlerini yaptı. Sonra onları çizgi filme çevirdi. İşte o kişi Walt Disney’di. O yenildi ama yıkılmadı. Yıkılmış hayallerin enkazından kendini kurtarmayı becerebilen biriydi. Yaşamı boyunca 30 Oscar aldı. Başarı hakkında konuşurken şöyle derdi: “Unutmayın, her şey bir fareyle başladı!”

FATİH TERİM
1953 yılında Adana’da dünyaya geldi. Küçük yaşta ailesinin geçimine katkıda bulunmak için seyyar satıcılık yapan babasının asistanıydı. Bir gün topla oynarken, tezgahı devirince babasından okkalı bir tokat yedi, hayatı değişti!
Babasının isteği üzerine Motor Sanat Enstitüsü’ne gitti ancak ikinci sınıfta devamsızlıktan okulu bıraktı. Önce mahallede, sonra okul takımında, sonra Adana Demirspor’da oynadı. Sonunda Galatasaray’a geldi. Artık ait olduğu yeri bulmuştu. Önce futbolcu sonra teknik direktör olarak, büyük başarılara imza attı. 1999-2000 futbol sezonunda Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı kazanmasıyla sportif kültür ikonlarından biri oldu. Bazı insanlar vardır, onu sevebilir ya da nefret edebilirsiniz ama ona kayıtsız kalamazsınız! Fatih Terim de bu tip kişiliklerden. O bir liderdi ve iz bırakmak için yaşadı.
Başarı tarihi, alanında ilk ve en olmuş şeyleri yapanları kaydeder. Fatih Terim de duruşu, ekolü ve ‘ilk’leriyle güncel sportif tartışmaların ötesinde bir değer.

MUHAMMED ALİ
Kebtucky’nin Louseville kasabasında 1942’de doğdu. Babası tabela boyacısı annesi ev hanımıydı. Babası ona bir bisiklet aldı, hayatı değişti!
Bir gün birinin bisikletini çaldığını gördü. Koştu ama yakalayamadı. Gördüğü ilk polise gidip, çalanı yakalarsa döverek öldüreceğini söyledi. Karşısındaki memur, hafta sonları ‘geleceğin şampiyonları’ adlı organizasyonda ders veren amatör bir boks eğitmeniydi. Onu boksla tanıştırdı. Kısa sürede önce Amerika, sonra olimpiyat şampiyonu oldu. Bir gün bir restorana yemek yemeğe gitti, zenci olduğu için onu almadılar. O da şampiyonluk madalyasını nehre atarak karşılık verdi. Bununla da yetinmedi. Vietnam’a askerlik görevi için gitmeyi reddetti. Artık siyasi bir simgeydi. Boks lisansı iptal edildi, dövüşmesi yasaklandı. Birkaç yıl sonra ABD Anayasa Mahkemesi, onu haklı buldu. Tekrar boksa başladı. Boks hayatında kazandığı 57 maçın, 37’sini nakavtla bitirdi.   Stil sahibiydi, kendi deyişiyle “Kelebek gibi uçup, arı gibi sokarak” dövüşüyordu. Ringe psikolojik harp kurallarını taşıdı. Rakibini aşağılayan şiirler yazıyor, boksu şova çeviriyordu. O, yapmak için doğduğu şeyi yaparak bu kadar başarılı olabildi.

Kaynak : 21.02.2010  Milliyet- Mumin Sekman yazısı 



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Blog Arşivi