Mümin Sekman, insanı başarılı
olmaya azmettiren ünlülerin hayat hikayelerini anlatmaya devam ediyor. Başarıyı
şekillendirenin ‘karakter, koşullar ve kariyer hedefleri’ olduğunu söylüyor
Yıldızını parlak tut Kimler
geldi, kimler geçti, ‘başarı starı’ değişmedi!Babam, “El alemi bize güldürme
oğlum!” derdi.Diploma değil dinamizm“Gezen tavşan, yatan aslandan
kısmetlidir”Önündeki maçlara bak“Her şey bir fareyle başladı!”Ait olduğu Yeri
bul Ya tozu dumana katarsın ya da tozu dumanı yutarsın!Yapmak için
doğduğun işi yap “Otlar büyür, kuşlar uçar, dalgalar kumları yalar. Ben de
insanları döverim!”
Kendi kendine yetebilmek. Kendi
ayakları üzerinde durabilmek. Birçok insanın, kendinden ve çocuklarından temel
beklentisi budur. Kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmek, başarılı bir hayatın
asgari standardıdır. Birçoğumuz başarılı olmak isteriz. Bu amaçla başarı yoluna
gireriz. Kimi karşılaştığı ilk engelde, yılgınlığa düşer, o engel olmasaydı,
nasıl da başarılı olacağını anlatıp durur. Oysa yolda engel yoksa, o yolun
sonunda başarı da yoktur. Eğer engel olmazsa, o yolun sonuna kadar herkes
gidebilir ve o sona ulaşmış olmak başarı değeri taşımaz.
Haklı
olmak kazandırmaz!
Engellerden
yakınanlar, haklı ve mantıklı olabilir ama kazanan olamaz! Başaranlar, engeller
karşısında söylenenler değil, engellere rağmen sonuca gidenlerdir.
Nietzsche’nin “Beni öldürmeyen darbe, beni güçlendirir” sözü onların
mottosudur.
Başarıyı
şekillendiren 3K vardır. Kişinin taşıdığı ‘Karakter’, içinde bulunduğu
‘Koşullar’ ve ‘Kariyer hedefleri’. Eğer kişinin, büyük bir kariyer hedefi
varsa, önündeki koşulların zorluğu gözünde küçülmeye başlar. Hedefler
küçüldükçe, koşullar kişinin gözünde büyür.
Kendini
veya hedefini büyüterek, önündeki zorlukları aşanların hikayeleri, insanlığın
iftihar tablosudur. Çünkü asıl önemli olanın önümüzdeki değil, içimizdeki şartlar
olduğunu gösterirler.
Mümin
Sekman
AJDA
PEKKAN
Ses
Dergisi’nin düzenlediği kapak yıldızı yarışmasına birinci oldu. Elliye yakın
film çekse de sinemada istediği etkiyi yapamadı. Avrupalı görünümü sinemada
önünü açmadı. Bir süre sonra tamamen müziğe yoğunlaşan Pekkan, 1977’de
çıkardığı Süperstar albümüyle kendini ait olduğu yere konumlandırdı. O sadece
şarkılarıyla değil, kimliğiyle de bir değer. Türkiye’nin modern yüzünü temsil
eden bir kültür ikonu. Kendini yeniden yaratan insan örneği. Değişmezlerini
koruyup, kendini değiştirerek hem kimlik sahibi oldu hem de algısını canlı
tuttu. Pekkan, güzel bir kadından çok daha fazlasıdır. Onun başarısından çıkan
dersler şunlar: Hedefini ne kadar erken netleştirirsen o kadar yol alırsın.
Herkesin kariyerinde bir kez ray değiştirme hakkı vardır. Güzelliğini çalışma disipliniyle
birleştirebilen, insanların estetik zevkine ve kulağına hitap eden kişi,
onların kalbinde metrekaresi geniş bir yer sahibi olur.
CEM YILMAZ
Bir işte
en iyi ol
Kendi
halinde bir ailenin çocuğuydu. Mahalle günlerini, Boğaziçi Üniversitesi yılları
izledi. Bu karşıtlık sayesinde kendi ülkesini hem içeriden hem dışarıdan
gözlemleyip, Turist Ömer Zekası (TÖZ) edindi. Elalemi kendisine güldürerek
başardı! Taksim’in arka sokaklarında, Türkiye için yeni bir iş olan ‘stand-up’
gösteriye başladı. Türkler’e Türkler’i anlatıyordu. Reklam ve PR’la değil,
tavsiye zinciriyle, insanlar kuyruk oldu. Sırrı, gelenlere bekledik-lerinden
fazlasını verebilmesiydi. Kariyeri için gereken ‘çekirdek beceri’si, insanları
güldürme yeteneğiydi. Onu zirveye çıkaran, ‘beklenenden fazlasını’ vermesi idi,
zirveden indirecek olan da ‘bekleneni vereme-meye başlaması’ olacak. Başarı
anayasasının, birinci maddesidir: İnsanlar nasıl yükselirse, öyle düşer. Cem
Yılmaz’ın kariyeri, minimalist tasarıma dayanan, yetenek yoğun başarı örneği. O
bir yeteneğe sahip olmakla yetinmeyip, yeteneğini iyi yönetmeyi de bilenlerden.
Gücü gibi, sınırlarını da iyi biliyor. Mesela TV’de program yapmıyor. Ne çok
fazla ne çok az üretiyor. Sonuçta, Cem Yılmaz gibiler ağaçta yetişmiyor! Onun
başarısından çıkarılması gereken ders şu: Ürettiğiniz şeyi tüketenlere,
arkadaşlarına anlat-maya değer bulacakları şaşırtıcı ve olumlu bir şey
yaşatırsanız, hızla büyür-sünüz. Atasözüyle söylersek, “Bal gibi pekmezin
olsun, Antalya’dan sinek gelir!”
AHMET
NAZİF ZORLU
1944’te
Denizli’de doğdu. İlkokul diplomasıyla hayat okuluna atıldı. Hem evdeki dokuma
tezgahında, hem babasının dükkanında çalışmaya başladı. ‘Zorlu’ bir başarı
süreci başlıyordu. “Gezen kurt aç kalmazmış” atasözünü hayat felsefesi yaptı.
Okul hayatından uzak dursa da, hayat okulunda ev ödevine çok iyi çalıştı. Atak
ve cesur yatırımlarla hızla yükseldi. Yıllar içinde Türkiye’nin en büyük 10
işadamı arasına girdi. Onun kariyeri, başarı-nın diplomayla değil,
donanımla geldiğini insanlara gösterdi.
WALT DISNEY
Yoksul bir
ailenin çocuğuydu. Okula gidemiyor, gazete dağıtarak karnını doyuruyordu. Bir
gün bir resim kursu ilanı gördü. Çizime yeteneği vardı, kaydoldu. Arkadaşıyla
çizgi film yapmak için şirket kurdu ama kısa sürede iflas ettiler. ‘Büyük
denize’ açılmak için Holly-wood’a taşınıp, yeniden şirket kurdular,
yeniden iflas ettiler. Başkaları-nın yanında çalışmak istedi ama çizimini
beğenmeyip iş vermediler. Bu arada babası vefat etti. 30’unda ve işsiz halde,
annesinin yanına döndü. Zorluklar onu yere sermişti ama sırtını yere
getirememişti. Sil baştan, yeni bir hayat kurmaya karar verdi. Bahçedeki ambarı
stüdyo yaptı, hırsla çalışmaya başladı. Bir gün ortalıkta gezinen bir fare
gördü. Fareye yem verip, onu kendine alıştırdı. Hareketlerini yakından inceleyip
çizimlerini yaptı. Sonra onları çizgi filme çevirdi. İşte o kişi Walt
Disney’di. O yenildi ama yıkılmadı. Yıkılmış hayallerin enkazından kendini
kurtarmayı becerebilen biriydi. Yaşamı boyunca 30 Oscar aldı. Başarı hakkında
konuşurken şöyle derdi: “Unutmayın, her şey bir fareyle başladı!”
FATİH
TERİM
1953
yılında Adana’da dünyaya geldi. Küçük yaşta ailesinin geçimine katkıda bulunmak
için seyyar satıcılık yapan babasının asistanıydı. Bir gün topla oynarken,
tezgahı devirince babasından okkalı bir tokat yedi, hayatı değişti!
Babasının
isteği üzerine Motor Sanat Enstitüsü’ne gitti ancak ikinci sınıfta
devamsızlıktan okulu bıraktı. Önce mahallede, sonra okul takımında, sonra Adana
Demirspor’da oynadı. Sonunda Galatasaray’a geldi. Artık ait olduğu yeri bulmuştu.
Önce futbolcu sonra teknik direktör olarak, büyük başarılara imza attı.
1999-2000 futbol sezonunda Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı kazanmasıyla sportif
kültür ikonlarından biri oldu. Bazı insanlar vardır, onu sevebilir ya da nefret
edebilirsiniz ama ona kayıtsız kalamazsınız! Fatih Terim de bu tip
kişiliklerden. O bir liderdi ve iz bırakmak için yaşadı.
Başarı
tarihi, alanında ilk ve en olmuş şeyleri yapanları kaydeder. Fatih Terim de
duruşu, ekolü ve ‘ilk’leriyle güncel sportif tartışmaların ötesinde bir değer.
MUHAMMED
ALİ
Kebtucky’nin
Louseville kasabasında 1942’de doğdu. Babası tabela boyacısı annesi ev
hanımıydı. Babası ona bir bisiklet aldı, hayatı değişti!
Bir gün
birinin bisikletini çaldığını gördü. Koştu ama yakalayamadı. Gördüğü ilk polise
gidip, çalanı yakalarsa döverek öldüreceğini söyledi. Karşısındaki memur, hafta
sonları ‘geleceğin şampiyonları’ adlı organizasyonda ders veren amatör bir boks
eğitmeniydi. Onu boksla tanıştırdı. Kısa sürede önce Amerika, sonra olimpiyat
şampiyonu oldu. Bir gün bir restorana yemek yemeğe gitti, zenci olduğu için onu
almadılar. O da şampiyonluk madalyasını nehre atarak karşılık verdi. Bununla da
yetinmedi. Vietnam’a askerlik görevi için gitmeyi reddetti. Artık siyasi bir
simgeydi. Boks lisansı iptal edildi, dövüşmesi yasaklandı. Birkaç yıl sonra ABD
Anayasa Mahkemesi, onu haklı buldu. Tekrar boksa başladı. Boks hayatında
kazandığı 57 maçın, 37’sini nakavtla bitirdi. Stil sahibiydi, kendi
deyişiyle “Kelebek gibi uçup, arı gibi sokarak” dövüşüyordu. Ringe psikolojik
harp kurallarını taşıdı. Rakibini aşağılayan şiirler yazıyor, boksu şova
çeviriyordu. O, yapmak için doğduğu şeyi yaparak bu kadar başarılı olabildi.
Kaynak : 21.02.2010
Milliyet- Mumin Sekman yazısı